
Benim Video Oyunları ile tanışma dönemim daha ilk okula başlamadan, kreş dönemlerimden de önce diyebilirim. Yeşil, GameBoy tarzı bir cihaz vardı. Bu cihazdan yarış oyunu, Tetris vs. oynardım. Tabii ki görsel vs. yok sadece küçük siyah karelerden oluşan bir ekranı vardı. Belki de GameBoy değil de ucuz dandik bir kopyasıydı -muhtemelen-, kim bilir? Ancak bir oyunu hatırlıyorum ki defalarca bitirdiğim ve başından kalkamadığım (anne buradan sana sesleniyorum keşke beni televizyonun önünde o kadar tutmasaydınız. Muhtemelen gözlerim bu sebepten bozuk.) Bu oyunun adı Felix the Cat.

Felix The Cat:
Oyun her ne kadar 1992’de çıkmış olsa da asıl karakter, Avustralyalı karikatürist Pat Sullivan tarafından yaratılmış ve Amerikalı animatör Otto Messmer tarafından ilk defa Feline Follies adında 1919 yapımlı sessiz bir çizgi filmde gözüküyor (evet ben de şok oldum.) İlerleyen yıllarda 1923’te çizgi romanları çıkmış ve 1920’lerin sonlarında da Disney’den çıkan Mickey Mouse çizgi filmleriyle birlikte popülerliğini kaybetmiştir. Her ne kadar 1929’da Sullivian sesli Felix çizgi filmlerini yaygınlaştırmak için yayınlama kararı alsa da bu çizgi filmlerin bir başarısızlık olduğu anlaşılmış ve 1930’da yayından kaldırılmış. Üzerinden çok geçmeden Sullivian da 1933 yılında hayata veda etmiş.




Uzuun uzun zaman sonra 1953’te American TV kanallarında yayınlanmaya başlamış ve tasarımında değişiklikler gerçekleşmiş. Felix’i yeniden tasarlayan Joe Oriolo, ona uzun bacaklar, Felix’in istediği şekle dönüşen bir çanta ve yeni karakterler eklemiş. 2010’larda olduğu gibi Felix’in kıyafetlerden oyuncaklara kadar birçok hediyelik eşyası çıkmış.


Evet bu kadar hikaye yeter, şimdi oyuna geri dönelim. Felix the Cat oyunu yapı olarak Mario’ya çok benzer, 2D bir platform oyunudur. O zamanlar elimdeki tek oyun bu olduğu içi neredeyse her gün baştan oynuyordum. Oynamayı nasıl ve neden bıraktığımı bilmiyorum. Taşındığımız için bulamamış olmam muhtemel.


Çünkü adını bile bilmediğim garip bir cihazda, şimdiki masaüstü bilgisayarlarda kullanılan RAM’lere (daha iyi anlamanız için bir RAM görseli koydum) benzeyen yeşil disketleri takarak oyunları açıyordum.
Taşındıktan sonra -Bu kısmı tam hatırlamıyorum. İlk Playstation 2’nin mi yoksa Bilgisayarın mı alındığını düşündüm ve bu daha makul geldi- elime bir Playstation 2 geçmişti ve bu konsol ile de unutamadığım bazı oyunları oynamıştım. Mario, Ice Age 2: The Meltdown (bildiğimiz Buz Devri 2 filminin oyunu) vs.


Asıl benim için önemli olan oyun Crash Bandicoot: Twinsanity. Diğer oyunlarını oynamasam da 3D platform türüyle beni tanıştıran ve yeni oyunlarıyla günümüze kadar gelen bir oyun serisidir Crash Bandicoot. O zamanlar bitirememiştim. Annem’i bile heyecanlandıran, bir sonraki bölümde ne olacağını merak ettiği bir oyun oldu. Hatta beni zorla oynatıyordu ki diğer bölümlere geçeyim :D. Hatırlıyorum çok zor bir kısım vardı çok denemiş ve sonunda bırakmıştım (ah Ali ah az daha dayanaydın be!) Şöyle bir dolaptan çıksa da oynasam dediğim oyunlar arasında Crash Bandicoot: Twinsanity.
Daha sonrasında ilk okula başlarken bir bilgisayar alındı ve o zamandan sonra oyunlarla olan ilgim daha da arttı. Bilgisayarın alındığı yıllarda televizyonlarda bir Türk oyununun reklamı çıkıyordu. Bakalım hatırlayabilecek misiniz? Süpercan! (Ana karakterin fotoğraf çekilme çerçevesine kafamı koyduğum bir fotoğrafımı buldum. Hayır asla paylaşmayacağım.) Galiba Süpercan için oynadığım ilk aksiyon-macera oyunu diyebilirim. Televizyonlarda gördüğümde çok aşerdiğim ve bir bilgisayara sahip olduğumda da ilk günden indirip oynadığım bir oyun (konsoldan bir anda bilgisayara geçerek nasıl indirip de oynamışım hiçbir fikrim yok). Oynadığımda da çok beğenmiştim ama şimdi tekrar baksam hala aynı düşüncelere sahip olur muyum? Bilmiyorum. Ancak aklımda pozitif bir anı olarak kaldı kendisi.

Okulumun da ilerlemesiyle ve Facebook’a annemin üye olması sayesinde Facebook’a girip oradan oyunlar oynamaya başlamıştım. İlkokulda Facebook’tan oynadığım oyunlardan en beğendiğim Empires & Allies’ti. Bu oyun aslında şu an çoğu kişinin de bileceği üzere Clash of Clans tarzında, üs kurup diğer oyunculara sıra tabanlı bir şekilde saldırmaya dayalı bir strateji oyunuydu. Strateji mantığıyla buluştuğum ilk oyun için de bu oyunu sayabilirim sanırım (aslında böyle Facebook’u vs. belirterek biraz utanıyorum ama şartlar bunu gerektirdi 🙁 ben de isterdim şu an bulamayacağım güzel klasikleri oynamayı.) Çok geçmeden veya aynı zamanlarda herkesin bildiği o takım bazlı, online savaş oyunlarına arkadaşlarım ile sarmıştık. Ancak bunları anlatmak istemiyorum çünkü hem sıkıcı hem de ben hatamın farkındayım 🙂



Ortaokul zamanlarımda ise yeni bir platform, Steam’i keşfettim ve bu şekilde çok fazla farklı oyunu keşfetmiş oldum. Kartım olmadığı için pek oyun alamasam da arkadaşım vasıtasıyla gizli gizli oyun aldığım zamanlardı çünkü annem istemiyordu (tabii zamanla onlar da alıştı ama hala annem farklı bakıyor.) İlk aldığım oyunlardan bazılarını hatırlıyorum: Far Cry 3, Euro Truck Simulator 2, Counter Strike Global Offensive (bu artık bir klasik almayanı dövüyorlardı, özür dilerim), Rocket League.




İlk açık dünya oyunlarıyla tanışmamı da Far Cry 3 ile yapmıştım. İlk oynadığımda, o açık dünyanın özgürlüğü, grafikler (her ne kadar en düşük grafiklerde zar zor oynasam da…), atmosfer ve önüne çıkanı öldürmek (evet vahşice ama bu bir video oyunu çok kasmayalım. Hayır anne psikolojimi bozmadım, ben iyiyim. Yani galiba).
Gel zaman git zaman Steam ile ilişkim daha da arttı ve günümüze kadar birçok farklı türde oyunu oynadım. En sevdiğim oyun türü de sanırım kartlı strateji oyunları, gizlilik ile ilerlediğimiz oyunlar ve aksiyona girdiğimiz oyunlar oldu. Şimdi ise Xbox Game Pass (bu sistem yeni bir yazı konusu olabilir, benden söylemesi) üzerinden oyunlar oynuyorum ve Steam’e oyun depoluyorum.


Malum oyun fiyatları bin TL civarını bulmaya başladı; indirimlerde stokçuluk şart.
Gözünüzü seveyim bu fiyat nedir! Neyse şu Activision&Blizzard satın alımı netleşsin de Game Pass‘e gelir artık 🙂
Daha çok anlatılacak şey var ama detaylı oyunların konusu diğer yazılarda olacak. Benim oyunlarla tanışıp günümüze gelmem bu şekilde. Çok bir olayı yok aslında. Hiçbir zaman şu tarz hikayelerim olmadı: Annemlerden gizli atari salonlarına kaçardım, orada akşama kadar takılır, eve gidince de dayak yerdim; Babam eve konsol getirdiğinde saatlerce başından kalkamayıp okulu aksattım vs. Öyle olsaydı yazı daha eğlenceli olurdu elbette 😀
Genel olarak bakacak olursak benim oyunlarla bugüne kadar ilişkim bu şekildeydi. Oyunlarla ilgili anılarınız varsa siz de yorumlara belirtirseniz sevinirim. Bir sonraki yazıda görüşürüz.
Bir önceki yazım
(Video Oyunları)
Bence senin hikayen apayrı tatlı hele annenin sonraki bölümleri merak etmesine bittimm, annene kocaman sevgiler. Bu oyunlar arasında fark olması bile şaşırttı beni. Xbox durumunun farkı neymiş merak ettim. ellerine sağlıkk almirim oyunlara resmen ısındırdın benii, tam bir tatlışşşsınnn
yiaa çok teşekkür ederim hocammm. Sizde bir ilgi uyandırdıysam ne mutlu bana 🙂 <3