Koşmak mı bu yaptığım yoksa yerimde kalakalırken içimin çok uzaklara göç etmesi mi bilemiyorum. Aklımda birkaç şey, fonda sevdiğim birkaç şarkının melodisiyle yol alıyorum. Yol almak neydi? Fiziksel olarak bunun ne olduğunu ‘hareket boyunca izlenilen yörüngelerin toplamı’ diye kısaca açıklayabilsek de kendime bunun izahını yapmakta zorlandığım zamanlar oluyor. Yer değiştirmemin -tüm dünyayı dolaşmış bile olsam- başladığım noktaya geldiğim an sıfır olması gibi hissettiriyor bazı yolların sonundaki içsel durumum.

Yürüdüğüm her yol sanki kartondan, ve ben yürümek için tırnaklarımla açıyorum kendime yolu. Bazen canımı çok acıtıyor bu kazımak eylemi. Ben inerken çıkıyor bazıları, bazıları benimle birlikte iniyor ama bu kartondan yolda ine çıka ilerliyoruz. Bazılarımız tek, bazılarımız değil ama özünde hepimiz “tek” başımızayız.
Teklik ne garip bir kavram. Bazen onun içinde çokluğu bulabiliyoruz. Uzakları yakın eden çokluklar bunlar. Tüm gücümüzle ittiğimiz bir ilerleyiş kamyonunun benzini gibi bu güç. Hep ilerlemek istiyoruz, düşmekten korkarak attığımız her adımın sonunda daha da sertçe düştüğümüzden bihaber yaşamaktayız. İlk başta bahsettiğim yer değiştirmenin sıfır olması durumu bize ekstradan bir inat mı ekliyor bilemiyorum ama biz çok korkuyoruz gerilemek ya da ilerleyememekten. Belki de bazen sadece durmak gerekir.
Koşmadan da koşamaz mıyız?
Dışımız sakince dururken içimizin koşturması ne kadar da olasıdır. Çoğumuzun görmezden geldiği bu koşma bizi daha da uzaklara götürürken, içimiz de bizden uzaklaşmaya başlar. Sanırım o kartondan yolda bu kadar zorlanma sebebim ya içimin çok uzakta olması ya da içimin çok içimde olması. Tekliğin içindeki tüm çoklukları teker teker düşündüm ve analiz ettim diyebilirim ama bu çokluklar canımı yakmaktan başka bir şey yapmadı. Belki de insan bazen sadece durmalıdır, zihnen de…
Koşmanın kaçmayı ve ilerlemeyi cebinde getirmediğini, bazen geride sadece çaresizlik içinde var olan bir taşikardi vakasını bıraktığını anlayalı oluyor biraz.
Bir zamanlar karakalem yaparken, atölyede ağlamaklı gözlerle çizeceğim modele bakardım. Modelde gördüklerim öyle çok yankı yapardı ki kalabalık zihnimde, onu her açısıyla çizmekte çok zorlanırdım. (Ki bilirsiniz ki karakalem, sert kuralları olan bir alandır. İşin içine özgünlük katmak kurallara uyduğunuz sürece mümkündür.) O zamanlarda atölyeden kaçar adımlarla uzaklaşıp koşmak isterdim uzaklara. Onu çizemeyişimden değil zihnimdeki çokluktan kaçmak isterdim. Atölye değildi ki ama kaçmam gereken yer. Hatta kaçmam bile gerekmiyordu. Zihnimin çokluklarının içindeki teklikleri ayıklayıp onlardan tekrar çokluk çıkarmam lazımdı. Bu sefer canımı acıtmayan, çözümlenmiş çokluklar. Ama bu ilk zamanlarda öyle zor gelirdi ki. Sonra sonra o çokluklarla da yapmaya devam ettim, evet artık modelleri çizebilen birisiydim. Hem de çokluklarıma rağmen. İşte başlıktaki o şarkıyı ve içimdeki o koşmayı keşfettiğim nadide yer atölyeydi.
Zaman geçse de bir türlü öğrenemiyor insan bazı şeyleri. O çoklukları bulmayı ya da koşmanın anlamını en azından anladığımı düşünmek ne büyük yanılgıymış. Şimdi yine ellerim titreyerek yürüyorum karton yollarda, yine kalbim koşmaktan dolayı çok hızlı ve yine ilerlemeye çalıştıkça düşe düşe dizlerimi kanatıyorum. Yıldızlara bakarak geçirdiğim geceler ve kitaplar olmasa çok daha çekilmez olacak olan o karton yolları kazıya kazıya ilerlemeye çalışıyorum. Neredeyim bilmesem de uzaklara olan yakınlığımın bendeki etkisi bana bunu yaptıran, biliyorum.
Bazen
sadece
durmak
istiyorum.
-🐘
Zaman geçse de bir türlü öğrenemiyor insan bazı şeyleri sözüne ithafen öğrenmek zamanla olmaz düşüncesindeyim. Zamanı gelmemiş henüz öğrenmene ve sen anlayana kadar da devam edecek bu sınav. sınavın ne olduğunu anlamakta belki de keramet. Zihnindeki çokluklarınla yüzleşip onları yenebildiğin bir gün olacak elbette, sen hazırsan hallolacak! kalemine, zihnine sağlık gaye5im <3
Teşekkür ediyorum didariçem <3 o vakit ne zaman gelir bilemiyorum ama haklısınız, henüz gelmesi gerekmediğinden gelmiyordur belki de :')